13 Mayıs 2011 Cuma

Kendi için çalanlara alıştırıldığımızdan olsa gerek...

Şu ara toplumun her kesiminin, kendince peşinden koştuğu bir havucu olduğu orta yerde gözükse de, kabadayı gürültüsüyle karambole getirilmiş, hatta cılızlaştırılmış “elden gidiyor” çığlığını; ya duyamamakta ya da duymamakta ya da umursamamakta, sinir uçları tv kanallarındaki yayınlarla ütülendiğinden.

Önce bu topraklar için toprağa düşmüşlerin anılarına duyulacak saygı, çoktan yerüstünden yeraltına kurtlar vadisi narkozunun etkisiyle çekilmiş. Bir başka anlatımla; birey varoluş nedenini bile inkar edebildiği aymazlığından ortalamasını yükseltip, master, doktora tezi veriyor. 

Orta yerde cirit atan türedi mesleklerin ne olduğu bile kuşkulu iken, resmi onayın yetkinliği olarak övünçle dayatılmakta. Sözde, her toplumsal olayda katkıları öne sürülse de; evinin penceresinden görünen manzaranın önünün açılmasıdır ağaçların budanması ya da birbirlerinden habersiz, ayrı malikaneleri paylaşan kumaların sayısıdır kadına verilen değer ya da kaşının arasındaki kılları yoldurup, saçını yüzündeki kırışıklıklara aldırmadan Nuri Sesigüzel gibi boyatmayı, tırnaklarını kuaföre yaptırmayı, kendi özsaygısına karşı sorumlu tutmasıdır ya da kullandığı hap sayısı kadar kendini güçlü hissetmesi, sabah koşarken löpürdeyen bir kalçanın ardına düşüp çarpık çarpık düzensiz adımlarla yürümesi, yaşam merkezlerinde eğilip doğrulanlara bakarak kilo vereceğine inanması, basında okuduğu o Amerikalı uzmanların beslenme tavsiyelerine uyarak sağlıklı olduğu inancını korumasıdır.

Oysa, ülkede ormanlar sahiplerinin bile kim olduğu belirsiz değerli maden işletmelerine, dereler HES’lere, göller denizler belediyelerin insafına terk edilmiş, kırsal kesim; bu ağa babalara değerlerini, gelirlerini, ekmeklerini kaptırmamanın onurlu savaşımını vermekte. Doğanın kendini yenileme özelliği sınırları zorlamakta. Her geçen gün, tarım dışalıma teslim olmakta, elde edilen ürün artık yetememekte, nohut, kömür revaç görmekte, rahmetli annemin “Allah, kimseyi açlıkla terbiye etmesin” sözüne inat, ahlâk sükût etmeyi tüm edepsizliğiyle küstahlaştırmakta, karşı çıkanlar ise; ya çıkarcılıkla ya marjinallikle suçlanmakta. 

İşte bir süredir, benim de sizin de haberdar olduğu bir girişim, inatla doğru bildikleri yolda kararlı yürüyüşlerini sürdürmekte. 

İzleyeceğiniz “Doğa için çal” serisinin 3.südür. İzlemekten çok, dinleyeceğiniz türkülerin sözleri, yöreleri ile yaşamın doğasına ya da doğanın yaşamına dayatılanlar arasında bir ilişki kurmayı deneyin çok yerlere varabilirsiniz. Bulamazsanız da üzülmeyin. Olsa olsa kapatılacak aranın sanıldığından fazla olduğunun bir belirtisidir yalnızca.   

Gürgenin, köknarın, çamın,  
serçenin, turnanın, atmacanın, 
sincabın, tilkinin, karacanın, 
çayın, tütünün, burçağın, 
üzümün, zeytinin, mısırın,
hamsinin, kefalin, çipuranın namusu için; 
Sardunya atılmadan dip kapalıya,
"sese kulak verin ve duyun, duyurun..."


temmuz 2012- ekleme:

"Doğadan çalma, Doğa için çal" şiarına 4.sünü eklemişler.
Yarım mezür teneke çalamazken, dinlenen tınıyı çıkarmayı becerenler, emeklerini nakde dönüştürmek yerine, yeşile çevirme ferasetini, arifliğini göstermişler. Kimileri, inadına başka yeşillerin peşinde koşsa da, çıkılan kapı hep aynı olsa da. Dolar aşkı ya da Din aşkı. Arapta bu iki aşk divaneliğe erişmişse de, ellerinde Doğa kalmadığı en büyük gerçek. Farklı algılatılma teskere oylaması gibi dayatılsa da, dikkatle bakıldığında aynı kapıya çıkan, tıkandığında mutlak tavizler şenliğinin orta yerinde rakkaseye dönülmüş, diğer ucu bilinmez ellerdeki dikey iplerle oynatılan bir tuhaflık, nabza göre şerbetçilik, paran kadar adamcılık ya da sırtı cahil zenginliğine dayamanın kostaklanışı. 
Görünen Emek birliğindeki karşı duruşu sevdim; gösterişli arabasının direksiyonuna değil, çaldığı gitarın ensesine oturttuğu bebesiyle geleceğini sahiplenen bir babanın tellerden yankıladıkları; uyutulmuşluğun, peşinde sürüklenişin, bayır aşağı yuvarlanışın hezeyanındaki vahameti açıkça göstermekte. Ancak hala görülememişse, sanırım akla bir çimdik atmanın zamanı geçmek üzere olduğu acilen düşünülmek zorunda.
Söz yerine ses uzasın diye, dinleyin doya doya, kocaman kocaman. Bittiğinde; yapılacak eylemin basitliğiyle, kocaman bir "HAYIR" diyebilmenin bilincine varabilmenin bilgeliği. 
Sanırım kimse lafı benim gibi uzatmadan buna; "YAŞAMAK" diyor.


Sevgilerimle... 

ahb 
not: Diğer yazılarıma, yandaki GÜNCELERİN TÜMÜ bölümünden yıllık/aylık/tek tek ulaşıp okuyabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder